Herkes üzerinden geçmiştir bugün gün aslında ama ben dedesi madende çalışmış biri olarak (hayata kaldı...) bir sorumluluk hissediyorum...
İçim acıdı aslında saat gecenin körü iken Şili deki madencilerin kurtuluşuna. Anlamıyorum herkes sevindi halbuki? Ah şu içimdeki kötü insan mı diyeyim? Yoksa insan mı sevmiyorum ben? Ama kurtulmalarına bir an bile sevinmedim...
Kendi memleketimin madenclieri alta yerin altında gömülüyken ben onlarda aynısı olsa diye bir his geçiyordu içimden.O vakit belki pek sayın başbakanımızın ''kader'' sözüne inanabilirdim.O zaman yüreğim soğurdu. Belki dizginlenirdi sinirim.
Biliyorum ki Zonguldak'daki madencilerin kaderi neyse Zonguldak'ın da kaderi o dur.Bir il in kaderi ve öyle bir kader ki nesilere aktarılan kısır bir döngü. Çıkışı pek mümkün olmayan.
Ben bazen ülkemizde adı konulmayan bir kast sistemi olduna inanıyorum. Zonguldak bunu bana kanıtlıyor. Ordaki insanlar daha yüksekteki ''efendileri'' için çalışıp ölüyorlar. Bu mantıkta olursa sadece bu iş için değil diğer tüm işçiler için de kader böyle oluyor. Bence bu kast sistemi içindeki paryalar tarafından da kabul edilimiş. Tuzladaki ölümlere ramen yapılan eğleme 13 kişi katılmış. Zonguldak' da bir eylem bile duymadım ve ben orayı biliyorum her yaşayan insan bu durumu kabulleniyor.
Türkiye' de sendikalar niye zayıf, işçi ölümlerine, isyan niye yok, Şili' de kurtulmak kader de? Ölüm bize niye kader? Artık bu soruların cevabına ulaştımı düşünüyorum. Bence Türkiye' de işçi-işveren ilişkisi yoktur! Türkiye' de Efendi-parya ilşikisi vardır. Bilinçaltında, biliçüstünde hayatın içinde, önümüzü idikleyin öne eğildmizde, sokakta, parkta, bahçede her yer bu ilişki çerçevisinde düzenlenmiş.
Bu ilişki kırılmadan iş kazasında ölüm kader demokratikleşme hayal olur. Birleşme ve işçi hakları ütopya...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder